Efektif Galatasaray
Algı imparatorluğu adını verebileceğimiz bir illüzyonun içinde yaşadığımız günümüz Türkiye'sinde bazı realiteler vardır. Bunlardan biri de futbol 90 dakikadır ama sonunda Galatasaray kazanır gerçeğidir. Geçmişte bu söz İngilizlerin unutulmaz yıldızlarından Gary Lineker tarafından Almanlar için dile getirilmiştir. Tabi Lineker bu tespitte bulunurken salt saha içine odaklanarak Almanların kazanma kültürüne atıfta bulunuyordu. Bizim ülkemizde ise saha içinden ziyade futbol saha dışında oynandığı için aslında futbolu 90 dakika olarak nitelendiremeyiz. Hele söz konusu bir derbi müsabakasıysa ve içinde Galatasaray varsa! O derbi günler öncesinden başlar ve günler sonrasına kadar devam eder.
Haberin Devamı ›
Aslan-Kartal kardeşliği!
Konuyu biraz açayım. Benim gençliğimde çok ilginç bir sezon yaşanmıştı. Hangi sezon olduğunu tam olarak hatırlamıyorum ama 80'lerin sonu, 90'ların başı olabilir. Galatasaray lig, Beşiktaş da kupa şampiyonu olmuştu ve sokaklara Galatasaray ile Beşiktaş'ın kardeş takım olduklarına dair Sarı-Kırmızı ve Siyah-Beyaz renklerle donatılmış pankartlar asılmıştı. Aslında olan, Fenerbahçe'ye karşı güç birliğiydi. Çünkü ikisi de Fenerbahçe'ye karşı kazanmıştı ve dönemin muktedir takımı Sarı-Lacivertli ekipti. Yani zamanın ruhuna uygun, bir nevi ezilenlerin psikolojisi!
Haberin Devamı ›
Başarı yalnızlaştırır!
Fazla uzatmayalım, gün geldi devran döndü. Bugünün muktediri de Galatasaray. Beşiktaş'ın 4, Fenerbahçe'nin sadece 2 şampiyonluk alabildiği son 15 sezonda elde ettiği 7 şampiyonlukla ligi domine eden Galatasaray, makasın daha da açılmaması için doğal olarak hedefte ve saha dışında gerçekleştirilen algı operasyonlarına en çok maruz kalan takım.
Futbol 90 dakika değildir!
Eften püften nedenlerle hocasının, futbolcusunun ceza kuruluna gönderilmesi, futbol ulemaları tarafından Beşiktaş'ı yenerse ligin biteceğinin ilan edilmesi, puan farkının açılması halinde play-off uygulamasının getirileceğinin kulaklara üflenmesi, hakem atamalarında dönen kulisler, Beşiktaş kongresinde Galatasaray'a yapılan küfürlü tezahüratlarla ortamın gerilmesi bu derbi öncesi sahnelenen oyunlardı. Görüyorsunuz bir türlü 90 dakikaya gelemedik, çünkü Türkiye'de futbol asla 90 dakika değil! Ama saha içine bakınca bir başka illüzyonun daha perdesinin kalktığını görüyoruz. Topa sahip olma oranı yüzde 61'e yüzde 39 Beşiktaş lehine. Pas yapma oranı da 270/441 ile yine Beşiktaş lehine ve keza pas isabet yüzdesinde de 74/79 ile konuk takımın üstünlüğü var. Ancak diğer tüm istatistiki değerlerde Galatasaray'ın ezici üstünlüğü var. Toplam şut, kaleyi bulan şut, rakip ceza sahasında topla buluşma, korner vs. Yazıyı istatistiğe boğmak istemiyorum, meraklısı zaten bulur rakamları.
Çok pas değil, doğru pas
Bu bize şunu anlatıyor: Topa ne kadar sahip olduğun, ne kadar çok pas yaptığın, pas isabet oranının ne kadar yüksek olduğu değil, ne kadar efektif oynadığın önemlidir. Dün gece Galatasaray da bunu yaptı. Özellikle ilk 15 dakika inanılmaz bir dominasyon koydu sahaya. Tempo, pozisyon zenginliği ve nihayetinde bulduğu bir golle skor avantajını ele geçirdi ve oyunu rölantiye aldı. Maç boyu da bu oyununu sürdürdü. Osimhen'in golüyle de fişi çekti. Geçmişte iki-üç farktan maçı vermek ve Beşiktaş'a karşı alınan 5-0'lık travmalara takılmadan bunu başardı. Üstelik, son anlarda kalesini bulan iki şuttan birinin gol olmasına rağmen. Orijinal sağ ve sol beklerden yoksun olmasına karşın bu handikapı ortadan kaldıran forvet oyuncusu Barış Alper Yılmaz'ın bu hikayesi ise sanırım ileride kitaplara, belgesellere konu olur. Her iki takımda da öne çıkan futbolcular vardı, ancak bütün bunlara karşın hakemler rol kapmayı başardılar. Her iki takım aleyhine verdikleri, sonuca etki edebilecek yanlış kararlarla... Sonuçta bu illüzyon çağının en büyük aparatı ve kurbanı onlar değil mi!