Kırmızı töre
Haberin Devamı ›
Futbolun ruhunda müthiş bir isyan vardır. Zaten bu büyülü oyunun olmazsa olmaz duygularından biridir bu... Ne var ki karıştırmamak gerekir.
Dinamo Kiev maçında Quaresma’nın kırmızı kartı çaresizliğe bir haykırış da olsa, tribünlerin isyanına tercüman oldu diye kutsanamaz. Futbolda alkışlanacak isyan, derbide ilk yarım saat rakibi Fenerbahçe’ye karşı ezildikten sonra oyunu çevirip, ezmeye başlayan Beşiktaş’ın ruh ayaklanmasıdır.
İşte siz Quaresma’nın gördüğü kırmızı kartı yenilgiyi hazmedememişinize ait bir bayrak olarak açarsanız, bu kez zafere giden yürüyüşünüz esnasında o bayrak Ferrari’nin elinden böyle düşebilir. Kırmızı kart kutsanacaksa, Ferrari’ninki de alkışlanmalı. Lanetlenecekse, Quaresma’nınki de tepki görmeli.
Kısaca özetlersek, Pascal Nouma töresi Beşiktaş tribünlerinde sona ermeli. Yok, böyle devam edecekse daha cebinizden ve yüreğinizden çalınacak çok şey var demektir...
Ne Bobo’su!
Bir oyuncu sadece gol atıyor diye vazgeçilmez olsaydı, Jardel Galatasaray kariyerinden sonra, Sporting Lizbon’a değil, Real Madrid, İnter ya da Chelsea’ye giderdi. Ya da Jose Mourinho, elinde gerçek bir gol makinesi Raul Gonzales varken, bırakın onu kadroda ismememeyi, takımını Raul merkezli dizerdi.
Bizim medyada benzer bir Bobo takıntısı aldı başını gidiyor. Oynamadığında ‘olsaydı’ ile başlayan cümleler alabildiğine fazla... Tam tersi, takıma konduğunda topu ayağına değmeden maçı bitirse bile -son Dinamo Kiev karşılaşması gibi- çıt yok. Almeida, Fenerbahçe’yi bitirecek golü kaçırıyor, ‘Vay Bobo olsaydı’...
Peki Bobo, yakalanmadan 40 metre dripling yapacak bir özellikte mi? Geçelim bunları... Günün futbolundan konuşulacaksa, çifte standart yok. Parametreleri de karıştırmayalım. Artık çağdaş ekiplerin kurgularındaki santrfor figüründe sadece skorerlik özelliği zurnanın son deliği. Hele ki bu ekipler, tek santrforlu bir düzeni seçmişlerse... O tipte bir oyuncu barındırsanız bile, atletik kabiliyeti fazla, ön direk ve arka direk koşuları etkin, kısa mesafede sprinter olanı geçerli. Daha geniş kabul gören santrfor tipi ise rakip savunmanın önünde sırtı dönük oynayabilecek, ön topları çok kolay defans müdahaleleriyle kaybetmeyecek, hava hakimiyeti güçlü, fizik olarak da yıpratıcı olacak. Peki Bobo bu kriterlerin hangisine dahil. Beşiktaş forması altında bir çok gol atmış olabilir. Rakip savunmadan kaç hava topu almış, cezaalanı içine gelen yüksek topların hangisine kafa vurmuş, fiziki yönü ile hangi savunmaların dengesini bozmuş, ya da hangi defans oyuncusunu sürate dayalı driplingle geçip gol atmış... Keşke tüm istatistikleri doğru bir biçimde aktarılsa da, attığı gollerin yaptığı asistlere oranına da bir baksak. Bobo’nun golleri sadece kendi hanesine. Oyundaki duruşu ise, takım ekonomisinin hayli zararına...
Almeida varolan özelliklerini şu ana kadar ortaya koymuş değil. Belki alışma safhasında olduğu için erken. Ha, belki tutmayabilir de... Ama Beşiktaş’ın gerek bu kadro ve bu teknik direktörle devamında, gerekse daha farklı gelişecek yapılanmasında Bobo asla ideal uç oyuncusu olmaz. Hele ki, sözleşme yenilemeye yakın döneminde denk getirdiği formunu koz olarak kullanan, fiyatını arttırmak için de ilk yarının bitimine 1 ay kala ülkesine tüyen, blöfü görülünce de kürkçü dükkanına geri dönen bir karakterle hiç olmaz...