Kan aldırmak orucu bozar mı? Oruçluyken tahlil için parmaktan ve koldan kan aldırmak orucu bozar mı (Diyanet)
Kan vermek, sağlık açısından önemli bir adımdır ve değerlerin dengelenmesi için gereklidir. Ancak, bu durum oruç tutan bireylerde bazı soruları da beraberinde getirir. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın açıklamalarına göre, kan vermek orucu bozmaz. Bu konuda net bir görüş belirtilmiştir. Peki, Kan aldırmak orucu bozar mı? Oruçluyken tahlil için parmaktan ve koldan kan aldırmak orucu bozar mı (Diyanet)
Kan verme işlemi sağlık açısından önemli olmakla birlikte, oruç tutan kişiler arasında kan vermenin orucu bozup bozmayacağı konusu merak edilmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın açıklamalarına göre, kan vermek orucu geçersiz kılmaz. Bu konuda kesin bir görüş ifade edilmiştir. Peki, Kan aldırmak orucu bozar mı? Oruçluyken tahlil için parmaktan ve koldan kan aldırmak orucu bozar mı (Diyanet) Detaylar haberimizde...
Haberin Devamı ›
Oruçlu iken kan vermek ve vücuda kan almak orucu bozar mı?
DİYANETE GÖRE;
Ramazan’da oruçlu iken kan verenin orucu bozulmaz (İbn Kudâme, el-Muğnî, 3/15). Vücuda kan almak ise beslenme, gıda alma kapsamına girdiği için orucu bozar.
Kan vermenin orucu bozup bozmaması ile ilgili olarak birbirine zıt iki rivâyet vardır. Bunlardan birine göre Hz. Peygamber (s.a.s.), “Hacamat yapanın ve yaptıranın (vücuttan tedavi maksadıyla kan alanın ve aynı amaçla vücudundan kan aldıranın) orucu bozulur” (Ebû Dâvûd, Savm, 28 [2367, 2370-2371]; İbn Mâce, Sıyâm, 18 [1680]) buyurmuştur. Öte yandan Resûlullah’ın (s.a.s.) oruçlu iken hacamat yaptırdığı rivâyet edilmiştir (Buhârî, Savm, 32 [1938-1939]).
Bu iki hadisi birlikte değerlendiren bilginlerin çoğu, birinci hadisi o dönemde hacamat yapan kişinin, kanı özel alet ile emerken ağzına kaçırabileceği, hacamat yaptıran ise kan verdiği için zayıf düşerek hasta olabileceği için oruçları bozulma tehlikesi ile karşı karşıya kalacağı şeklinde yorumlamış ve ikinci hadisi esas alarak kan vermenin orucu bozmayacağı sonucuna varmışlardır.
Haberin Devamı ›
Oruç tutmakla yükümlü olmanın şartları nedir?
İslâm’a göre, bireyin sorumlu olmasının temel şartları Müslüman, akıllı ve ergenlik çağına ulaşmış olmaktır. Dolayısıyla bu şartlar, oruç ibadeti ile sorumlu olmanın da şartlarıdır. Buna göre, bir kimsenin Ramazan ayında oruç tutmasının farz olması için öncelikle Müslüman ve âkil-bâliğ olması gerekir (Kâsânî, Bedâî’, 2/87).
İbadetlerle yükümlü olma şartlarını taşıdığı hâlde bazı özel durumlardaki kimselere oruç tutmama ruhsatı verilmiştir. İbadetlerle yükümlü olmamakla birlikte, ergenlik yaşına gelmeyen çocukların alıştırılmak ve ısındırılmak maksadıyla namaz kılmaları ve oruç tutmaları teşvik edilir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.), yedi yaşından on yaşına kadarki sürede çocuğun namaza alıştırılmasını önermiştir (Ebû Dâvûd, Salât, 26 [494-495]; Tirmizî, Salât, 182 [407]).
Ramazan’ı karşılamak için oruç tutulur mu?
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Receb ve Şaban aylarında diğer aylara oranla daha fazla nâfile oruç tuttuğu (Buhârî, Savm, 52 [1969-1970]; Müslim, Sıyâm, 175-179 [1156-1157]) veya tavsiye ettiği bilinmektedir (Ebû Dâvûd, Savm, 54 [2428]; İbn Mâce, Sıyâm, 43 [1741]). Ancak Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bu uygulamasını, Ramazan’ı karşılama olarak değerlendirmek doğru değildir. Ramazan’ı karşılamak amacıyla oruç tutmanın dinî bir dayanağı yoktur. Ramazan ayı girmediği hâlde, Ramazan’ın gelmiş olabileceği düşüncesiyle ihtiyaten Ramazan’dan bir veya iki gün önce oruç tutmak da mekruhtur. Dinî ıstılahta bugüne “şek günü” denilir. Ancak Ramazan’ı karşılama niyeti olmaksızın şek gününde oruç tutulmasında bir sakınca yoktur. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.), “Ramazan’ı bir veya iki gün önce oruçta karşılamayın. Eğer bir kimse âdeti olduğu için bu günleri oruçla geçiriyorsa tutsun.” (Müslim, Sıyâm, 21 [1082]; bkz. Buhârî, Savm, 14 [1914]) buyurmuştur.
Haberin Devamı ›
Kandillerde oruç tutmayla ilgili dinî bir gereklilik var mıdır?
Hz. Peygamber (s.a.s.), “Şaban’ın on beşinci gecesi (yani Berat Gecesi) olduğunda o gece ibadet ediniz, gündüzünde de oruç tutunuz. Allah o gece güneşin batmasıyla dünya semasına (rahmeti ile) tecelli eder ve fecir doğana kadar şöyle buyurur: ‘Yok mu benden af isteyen onu affedeyim, yok mu benden rızık isteyen ona rızık vereyim, yok mu bir musibete uğrayan ona afiyet vereyim, yok mu isteyen…” (İbn Mâce, İkâmetü's-salavât, 191 [1388]; bkz. Tirmizî, Savm, 39 [739]). Diğer taraftan Hz. Peygamber (s.a.s.), Zilhiccenin ilk dokuz günü (Ebû Dâvûd, Savm, 61 [2437]; Nesâî, Sıyâm, 70 [2372]), pazartesi ve perşembe günleri, âşûrâ ve arefe günü oruç tutar (Müslim, Sıyâm, 196-197 [1162]; Nesâî, Sıyâm, 70 [2372]; İbn Mâce, Sıyâm, 41-42 [1733, 1739-1740]), pazartesi orucunu soranlara; “Bugün benim doğduğum ve Peygamber olarak gönderildiğim -veya Kur’ân’ın bana vahyedildiği- gündür.” (Müslim, Sıyâm, 197-198 [1162]) diye cevap verirdi.
Bu ve benzeri rivâyetlere dayanarak bazı İslâm âlimleri dinî açıdan faziletli sayılan diğer gün ve gecelerin ibadetle ihyasının müstehap olduğunu söylemişlerdir.