Bu acımasızlığa değer miydi?
Haberin Devamı ›
Ülkedeki birçok şey gibi futbol da hayli ıstıraplı halde. Çözüm var mı, varsa çözümü bilen var mı, kestirmek zor. Sorumluluk makamlarını işgal edenleri takip ederek ipuçlarına varmak ise imkansız. Onlar her şey yolunda gibi davranıyor!
Maç öncesi 'takım tutma bahanesi'yle Volkan Demirel'e yaşatılan acımasızlık, daha önce Semih Kaya'ya "Keşke o gözüne mangaldan alev kaçtığında kör olsaydın da Galatasaray'ım kurtulsaydı senden. Aldığın para haram zıkkım olsun" diyen budalaca bakışın türevi. Aynı hastalıklı tutum!
Ne var ki bu olumsuz dilin yaygınlaşmasında 'ayar verme sevdalısı' yöneticilerin paylarını da atlamamak gerek. Biri, diyelim ki gazeteciye, federasyon ya da diğer takım yöneticilerine ayar verdiğini sanınca tribündeki de oyuncuya küfür etmeyi kendine hak biliyor. Böylece vicdansızlık meşru hale gelirken kendini de yeniden üretiyor. Ve ne yazık ki, oyunculara ya da herhangi birine küfür etme bayağılığından kısa vadede kurtuluş mümkün görünmüyor.
Peki, tribünlerin boş ve sessiz kalması Kazakistan karşılaşmasının skorunun değilse de sonucunun kestirilebilirliğine bağlanabilir mi? Sanmam. Mesele genel olarak futboldaki genel gidişat özel olarak da milli takıma duyulan güvensizlikle ilgili daha çok. Hele ki, bizimle 'tesadüfen berabere kalan' Letonya karşısındaki durmak bilmeyen Hollanda'yı görenler için!..
Kazanılmış olmasına rağmen bu vasat oyun/düşük hız/düşük arzu kuşkusuz ki oyuncu performansını olumsuz etkileyen ülkedeki hakim oynama biçiminden bağımsız ele alınamaz. Ancak onca yıldır bu ülke futbolunun en asli karakterlerinden olan ve bu kez 'reform/devrim/rönesans' (!) vaadiyle futbol direktörlüğü koltuğuna oturan Fatih Terim'den daha yüksek performans bekleyenleri de anlamak gerek.